Yerli Malı Haftası, her yıl okullarda kutlanan etkinlikler arasında yer alır. Yabancı ülkelerin ürünlerini kullanmak yerine, Türkiye’de üretilen ürünler ile bilinç sağlamak isteyen Yerli Malı Haftası, 1946 yılından bu yana topraklarımızda bir farkındalık yaratmak amacıyla öne çıkan haftalardan biridir. 1983 yılından sonrası ise bu etkinliğin adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olarak değiştirilmiştir. Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası, 12-18 Aralık tarihleri arasında Türkiye’de yer alan tüm okullarda kutlanmaktadır.
Bu yazımızda Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası ortaya çıkma sebeplerinden ve öneminden hareketle, günümüzde konumuz olan tarım ve hayvancılık alanında geldiğimiz sürece değinmek istiyoruz. Sonunda elbette solucan gübresinin bu alanda oluşan açığın kapatılması ve geri dönüşüm açısından önemine vurgu yapacağız.
Yaklaşık 74 yıldır kutlanan Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası, Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşan ekonomik darboğazın ardından yabancı ülkelere para akışının önünün kesilmesi ve toplumsal tutum bilincinin oluşturulması amacıyla ortaya çıkmıştır. Atatürk başkanlığında, 1923 yılında toplanan İzmir İktisat Kongresi’nde ülkenin ekonomik bağımsızlığının korunması, yerli malların üretilmesi ve kullanılması kararlaştırıldı. Bunun ardından 12 Aralık 1929 tarihinde TBMM’de bir konuşma yapan İsmet İnönü konuşmasında; ulusal ekonomi, yerli malı ve tutumlu olma konularına değindi. 1946 yılından sonra 12 Aralık tarihi Yerli Malı Haftası olarak kutlanmaya başlandı. 1983 yılında adı Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası olarak değiştirildi.
Yerli Malı Haftası’ndan ithalat batağına saplanan Türkiye
Bu haftanın amacı ise adından da anlaşılacağı üzere yerli tüketimin bilinçli olarak artması, tutumlu olmak, yatırım yapmak ve yerli malı kullanmaktır. Tüketilecek ürünlerin ülkede üretilen ürünlerden seçilmesinin gerektiği anlatıldığı bu haftada, yerli üretimin kullanılması için farkındalık yaratılması amaçlanmıştır. 1946 yılında önemi keşfedilen yerli üretim, ülke kaynaklarının zenginleştirilmesi, tasarruf ve birikimin önemi, israf konusunda duyarlılığın yaratılması ve özellikle “yerli ürün kullanımının” teşvik edilmesi gibi başlıklar bir devlet politikası olarak belirlenmiştir.
Günümüzde ise, ülke ekonomisinde yaşanan kırılganlık, her türlü girdide dışa bağımlılık özellikle üreticinin belini bükmeye, tüketicinin sağlığını tehdit etmeye devam ediyor. Uzun zamandır uygulanan tarım ve hayvancılık politikaları, artan ithalat, sürekli dalgalanan hatta baskılanan dolar kuru politikalarına karşı “milli paramızın kullanılması kampanyası” ile de bağlantılı olarak bu yazımızda yukarıda da belirttiğimiz üzere özellikle israf ve geri dönüşüm konularına değineceğiz.
Türkiye’nin israf karnesi ve solucan gübresi ile geri dönüşüm
Ne yazık ki, israf konusunda ülke olarak iyi bir noktada olduğumuzu söyleyemeyiz. Türkiye’de bir yılda yetişen 49 milyon ton meyve ve sebzenin yüzde 25 ila 40’ının kaybolduğunu veya israf ediliyor. Türkiye’de yılda israf edilen gıda miktarının 26 milyon ton olduğunu bunun karşılığının ise 214 milyar lira olduğunu kaydeden Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül, “TÜBİTAK tarafından 2019 yılında yapılan araştırmalara göre, israf edilen sebze ve meyve miktarı 12 milyon ton ve 25 milyar liradır” dedi. Bu miktarın Türkiye’nin toplam meyve ve sebze ihracatının dört katından fazla olduğunun altını çizen Akgül, Türkiye’de günde 4.9 milyon ve yılda 1.7 milyar ekmek israf edildiğine vurgu yaptı. Başka bir ifadeyle; her yıl Türkiye milli gelirinin çeyreği çöpe gidiyor.
Öte yandan Türkiye’nin dünyanın en hızlı nehirlerinden bir kaçına sahip olsa da, su rezervleri bakımından, alt sıralarda yer aldığını belirten Aziz Akgül, “Türkiye’de su kaynaklarının verimli kullanımındaki politikaların yetersizliği, geleceğe ilişkin tehditleri ciddi boyutlara ulaştırmaktadır. Bir insanın biyolojik ve yaşamsal asgari su tüketimi 25 litredir. Ancak, çağdaş yaşamın bir günlük ortalama su tüketim standardı 150 litre olarak kabul edilmektedir. Dünya ülkelerinde değişken olan bu miktar, Türkiye’de ise, kişi başına günlük 217 litredir” ifadelerini kullandı. Türkiye’nin üç tarafı suyla çevrili bir ülke olsa da tatlı su varlığı açısından zengin bir ülke sayılmadığını kaydeden Akgül, “Türkiye genelinde yıllık ortalama yağış miktarı yaklaşık 643 kilometreküp olup, bu rakam dünya ortalamasının (800 kilometreküp) altında, ortalama 501 kilometreküptür” dedi. Türkiye’nin ne yazık ki, 2030 yılı itibarıyla su sıkıntısı çeken bir ülke olacağı öngörülüyor. Su israfında tarımdaki yanlış sulama yöntemleri, topraktaki erozyon ve toprağın su tutma kabiliyetini kaybetmesi gibi nedenler oldukça etkili olduğunun altını çizmek de fayda var.
Küba başarılı ülkeler içinde iyi bir örnektir
Bu israfı önlemek ve ekonomisini güçlendirmek için başarılı ülkeler arasında bulunan Küba, 2012 yılı istatistiklerine göre 383 bin kent çiftliğinde 1,5 milyon ton sebze üretimi gerçekleştirmiş. Havana gibi büyük şehirlerindeki sebze tüketiminin yüzde 70’i bu üretimlerden karşılanmaktadır. Daha önemlisi bu tarım tamamıyla çevreci koşullar altında yapılıyor ve kesinlikle kimyasal girdi kullanılmıyor.
Hane hakları, iş yerleri, devlet kurumlarının yanı sıra kendilerine verilen proje ödevler ile çocuklar küçük yaşta bilinçli tarım üretimine teşvik ediliyor. Ticari pazarların aniden kaybı ve ambargo gibi yaşanan ağır ekonomik koşullar Küba, kent tarımında başarı hikâyeler yaratmıştır. Bu sayede atıl alanlar değerlendirilmiştir. Türkiye’de gıda enflasyonun başlıca sebebi olarak kabul edilen aracı ve taşıma masrafları aradan çıkarılmış, tarımın istihdama katkısı arttırılmış olan Küba’da, yeşil bir çevrenin yanı sıra organik ürün ile halkın daha sağlıklı beslenmesinin de önü açılmıştır. Peki, bu insanlar organik besinler için organik gübreyi nasıl temin ediyor? Bu sorunun cevap çok basit: Kendi kompost üretimlerini yapıyor. Hiçbir organik atığı çöpe atmıyorlar. Toplum bu konuda basın, sivil toplum kuruluşları, eğitim ve sağlık sistemi yani devlet tarafından yönlendiriliyor.
Türkiye, yeşil alanlarının azlığı, tarımsal alanların yok edilmesi, artan betonlaşma ile kent tarımının ayağa kalmasında zorlanabilir. Ama hiçbir şey için geç olmadığını hatırlatmak isteriz. Her vatandaşımız kendi kompostunu üreterek; kendi balkonunda, bahçesinde veya terasında kent tarımı yapabilir. Kendi üretimini yapamayacak olanların ise topyekun bir farkındalık çalışması ise en azından bu konudaki bilinç arttırılabilir ve tüketici alışkanlıkları bu çerçevede yeniden şekillendirilebilir.
Tarımda devrim, solucan gübresi ile başlayacak
Kompost işlemi olarak da hem ev üretimi hem de ticari üretim için en uygun yöntemin Kırmızı Kaliforniya solucanlarını kullanmanız gerekmektedir. Solucan gübresinin faydalarını daha önceki yazılarımızda geniş şekilde yer verdiğimiz için bu yazımızda değinmeyeceğiz. Merak eden dostlarımız sitemiz içinde yapacağı kısa bir gezide konu ile ilgili tüm bilgilere ulaşabilir. Kent tarımı başta olmak üzere çöp olarak bu atıkların değerlendirilip Türkiye ekonomisine kazandırılması iyi bir başlangıç olabilir. Solucan gübresi, Türkiye’de hızla yaygınlaşarak ve üreticilerden temin edilerek tarım alanlarında kullanılarak ekonomik fayda sağlanabilir. Kısacası bu israfın, organik atıkların kompost olarak değerlendirilmesi ile engellenmesi mümkündür.
Kırmızı Kaliforniya solucanı gübresi, ekonomimizin kurtulmasında oldukça iddialı olduğunu ifade edebiliriz. Ancak solucan gübresi üretmek için organik atıkların değerlendirilmesinin önemini de iyi anlamak gerekiyor. Diğer yandan, gübre ithalatının ve ihtiyacının azalması, eskiden ihraç ettiğimiz hali hazırda ithal ettiğimiz tarım ürünlerini yeniden ihraç etmeye başlamak iyi bir başlangıç olabilir.
Yerini hiçbir ithal ürünün alamayacağı vatan toprağını kaybediyoruz!
Yanı sıra enflasyonun azalması, istihdamın artması, su israfı ve toprak kaybının önlenmesi, ilaç tüketimin ve sağlık masraflarının azalması gibi doğrudan olmayan maliyetlere sunacağı katkı ile solucan gübresi, Türkiye açısından ekmek ve su kadar hayati değerdedir. Her şey bir tarafa, Türkiye son 25 yılda Hollanda büyüklüğünde (4 milyon hektar), son 12 yılda ise Belçika büyüklüğünde (3 milyon hektar) tarım arazisini kaybettik. Kimyasal gübre kullanımın bu şekilde devam etmesi halinde bu kayıp daha da artacak. Şu gerçek asla unutulmamalı: İthal tarım ürünlerini teşvik, gümrük vergisini sıfıra indiriyoruz fakat yerini hiçbir ithal ürünün alamayacağı vatan toprağını kaybediyoruz!
Leave a Reply